Film etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Film etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Şubat 2012 Cuma

Zenne Filminin Yönetmenlerinden Caner Alper'le Yaptığım Röportaj


Daha önce belgeseller yapmış olmanıza rağmen hiç uzun metraj çalışmanız olmamıştı. Uzun bir hazırlık dönemi yaşadığınızı biliyoruz. Zenne, katıldığı ilk festivalde sadece 5 ödül almakla kalmayıp aynı anda ülke gündemine de oturdu. Bütün bunları nasıl değerlendiriyorsunuz ve neye bağlıyorsunuz?

Bence Türkiye'nin böyle bir hikâyeye ve filme ihtiyacı vardı. Klişelerden sıkılmışlar ve cesaretli konulara ihtiyaç duyuyorlardı. Sadece cinsellik değil politik duruşu da olabilecek bir film, beklentilerinin bir kısmını karşılamayı vaat etti onlara. Antalya Film Festivali’nden Türkiye'ye bir anda yayılan ses, büyük merak ve beklenti uyandırdı. Gösterime geç girecek olması ise bu merakı büyüttü, düşürmeden gündemde tuttu.

Ahmet Yıldız yaşıyor olsaydı yine de bir gün uzun metraja geçiş yapar mıydınız?

Sinemayla öyle ya da böyle ilgili olan kişilerin hayallerinin hep bir yerinde bir gün film yapmak vardır bana göre... Ahmet yaşarken de bir senaryo üzerinde çalışıyorduk, o senaryoda annesi vuruyor ama Ahmet hayatına devam ediyordu. O filmi o zaman yapar mıydık şimdi bilemiyorum ama Ahmet ölünce yapmamız gerektiğini hissettik.

Zenne belgesel olarak çekilmiş olsaydı yine bu kadar ilgi çekecek miydi?

Eğer sorunuz o zaman bu kadar geniş bir kitle tarafından izlenir miydi olsaydı kesinlikle HAYIR derdim. Sinema çok GENİŞ bir kitleye hitap ediyor. Özellikle insanı ön plana çıkaran meselelerde. Sinema için bile belki bazı hileler yapmak, görsel zenginliğini şişirmek gerekiyordu. Görselinin abartılı oluşu gerçekçiliği inanılmaz olan bir hikâyeye yardım edecekti. Olduğu bir şey için oğlunu öldürecek bir baba o kadar sert ki görüntülerin yumuşak olması çok sıkıcı olacaktı. Böyle olunca da sonunda seyirciyi bu kadar çarpacak bir hikâyeyi seyretmeye hazırdılar.

Masist bir toplumda şiddetin kaynağı erkek gibi gösterilirken Zenne'de anne karakterlerinden biriyle tersi bir tezi savunuyorsunuz. Hem iyiliğin hem de kötülüğün kaynağı kadın gibi görünüyor. Feministlerden çekinmediniz mi?

Hayır. Çekinirseniz oto sansür uygularsınız. Hikâyenizin tartışılması, parçalanması, olumsuz eleştiriler alması, alay edilmesi hiç önemli olmamalı. Bazen elime yazışma zincirleri geçiyor, günlerden beri akademisyenler yazışmış, sonunda beni tanıyan birisi iletiyor, okurken çok hoşuma gidiyor. Bazen filmi çekerken farkettiğimiz ya da yerleştirdiğimiz metaforlar farkediliyor ve bizi birileri savunup senaryoyu açıklıyor. Zenne'deki hikâyeler doğru olduğu için beni çok kısıtlıyordu. Aslında Kezban karakteri, toplumun geneline hakim masist erkek inancına ters rövaşata bir gerçeklik içeriyordu.

The Guardian gazetesinde yayınlanan Elif Şafak'ın '' Türkiye'de Homofobiden Duygusal Özre '' adlı yazısını da dahil edersek bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dış basında, CNN, The Economist başta olmak üzere pek çok yayında haber oldu. Zenne, Türk halkı ve özellikle basını üzerinde bir kırılma yarattı. Bu yine önceki sorudaki gibi zamanlamayla alakalı bir şey sanırım. Zenne ne kadar bir film ne kadar toplumsal bir gerçeğin medyadaki yansımasıydı bilinmez ama Türk medyasının da bu jargonu özenle kullanmaya çaba sarfetmesi gerçekten takdir edilesi.

Gerek prodüksiyon öncesi fon bulma girişimlerinde gerekse dağıtım sürecinde sıkıntı yaşandı mı?

Her ilk filmini yapan yapımcı ve yönetmenler gibi çok sıkıntılar yaşadık, hem film yapma hem de dağıtım sürecinde. Buna bir de ‘’ Filminiz iyi ama ticari mi acaba? ‘’ diye yaklaşan sinema salonlarını eklersek daha rahat anlaşılır. Kimi çok bilindik yönetmenlerin ya da oyuncuların yer aldığı filmlerin birkaç bin seyirciyle vizyondan kalkması söz konusu iken Zenne'ye inanıp salonlarına almalarını beklemek haksızlık olurdu. Fon bulma arifesinde hiç film yapmamış herkes gibi biz de yapmama, vazgeçme evresine geldik.

Film genel anlamda net bir duygu çizgisi üzerinden akıyor. Cinselliği çok sınırda kullanmış olmanız eleştirildi. Neler düşünüyorsunuz?

Cinsellik, filmde ispat edilmesi gereken bir mesele gibi veriliyor. Varoluş ve keyif hali için değil de bu topraklarda yaşayan insanların acısı gibi. Tehlikeli sularda yüzmenin bedeli bir fotoğraf gerekiyor bir durumun ispatı için.

Filminizi ‘’ Sapıkların filmi ‘’ şeklinde niteleyen Akit gazetesinin başlığını ve sonraki evreyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Akit gazetesinin yazarının sapkınlıkla hüküm giymesine karşılık Zenne'yi seçmesi bir kontratak. Bizimki sapıklıksa sizinki daha büyük sapıklık demek yani. Film vizyondayken böyle bir saldırı yapmış olmaları ticari bir zedelemeye maruz bırakır, sadece manevi dava olarak kalmayacaktır.

Uzun metraja devam mı? Yine iki yönetmen olarak mı devam edeceksiniz?

Evet, devam edeceğiz. Ama Zenne'nin ticari bir getirisi olmadığından ikinci filmin yapım aşamasında bizi yine benzer zorluklar bekliyor olacaktır. Bu defa daha da riskli alanlara girmek ve ülkemizde konuşulmayan diğer gerçekleri de masaya yatırmak istiyoruz.

Zenne nasıl bir yolculuktu? Artısı ve eksisiyle yeniden değerlendirecek olursanız Zenne'de neleri değiştirmek isterdiniz? Pişmanlıklarınız oldu mu?

Filmi seyrettiğimizde bazı yerlerini değiştirmek, çıkarmak ya da eklemek gibi fikirlerimiz oluyor ama bütününde memnunuz. Bu kadar geniş bir çevrede konuşulmuş, tartışılmış olmak, ailelerin seyrettiği, konuştuğu bir mesele ile mütevazı da olsa bir değişim başlatmış olmak çok memnun edici. Zenne çok uzun, pahalı ve yorucu bir yolculuktu ama hiçbir zaman pişmanlık duymadık.

Photography: Serkan Durmuşoğlu


18 Ağustos 2011 Perşembe

Lady Gaga'nın Yeni Klibi '' Yoü and I '' ve Yorumum



Lady Gaga, 3. stüdyo albümü '' Born This Way '' de yer alan '' Yoü and I '' parçasını kliplendirdi. Klip, albümün 4. klibi. Klibin görüntü kalitesini ve marjinalitesini yüksek buldum. Birçok karakterin yer aldığı bu klipten anlıyorum ki Lady Gaga, 80'ler dalgasına kapılmış. Edge of Glory'de hem soundu hem de klibi açısından Cyndi Lauper ve 80'ler kokuyordu. Bu durumdan bir 80'ler sever olarak çok memnunum.


Klibin ilk sahnesi, protest bir sahne. Daha önce de Judas klibinde recm cezasına dikkat çeken Lady Gaga, Yoü and I klibinde günümüz kadınının maruz kaldığı işkence ve şiddete değinmiş. Deniz kızı olarak yer aldığı sahnede, '' İmkansız diye bir şey yoktur. '' söylemi geniş yer tutuyor. 


Genelde ikili ilişkiler üzerinden mesaj veren klibin beni en çok etkileyen kısmı; Lady Gaga'nın, Amy Winehouse anısına Amy'nin en sevdiği film olan '' Cry Baby '' nin ana karakterine bürünmesi. Johnny Depp'in başrolünü üstlendiği film, 80'lerin unutulmazları arasındadır. Lady Gaga'nın piyano çaldığı sahnede canlandırdığı bu genç erkeğin klipteki adı Jo'dur. 



Şarkının yapımcılığı, daha önce de ünlü '' Everything I do ( Bryan Adams ) '' şarkısının yapımcılığını üstlenmiş olan Robert Lange'e ait. ( AC/DC ve Def Leppard ile çokça çalışmış. )

Hepinize iyi seyirler...



11 Ağustos 2011 Perşembe

Gülçin Ergül Röportajım




Deniz Can Kutlu: '' Bravo '' adında bir maxi single yayınladınız. Çokça sevildi ve beğenildi. Peki full albüm düşünüyor musunuz? Eğer düşünüyorsanız  '' Gülçin '' i bu defa nasıl bir conceptte göreceğiz?

Gülçin Ergül: Bravo! cdsinin içinde ayrı bir track olan intro ile başlayan " Bravo ", " Ara Ara " ve " Yastıklara Sarılıp Yatar Mıydın? " isimli 3 şarkı var ve Bravo'nun remixi yani " Satsuma Remix " var. Bu singleda her şarkı, benim için farklı misyonları olan,  farklı değerler taşıyan parçalar. Klibi olduğu için ara ara daha çok biliniyor ama diğer şarkılarımın Ara Ara'ya göre bendeki önemi daha farklı bir yerde. Özellikle de Bravo ve Yastıklara Sarılıp Yatar Mıydın? kendimi ifade edebildiğim şarkılardır. Albüm hazırlıkları ufak ufak başladı. Besteler bakıyorum, şarkılar bekliyorum, kendim de yapıyorum. 2010'da yazmış olduğum bir şarkı var, kesin onu paylaşmaktan yanayım ben. Bence Bravo'daki şarkılardan da daha iddialı. Birçok farklı renk olacak tabi ki albümde. Bir de Avrupa Müzik'teyim, bir şarkıcı olarak prodüktörlerimin istekleri de çok önemli oluyor nasıl bir müzik yaptığım, nasıl tanıttığım ve beklentilerimiz konusunda. Yani albüm sürecinde sürpriz gelişmeler yaşayacağım. Ama Twitter'dan küçük ipuçları ve fotoğraflar paylaşmayı ihmal etmemeyi planlıyorum.

D.C.K.: Müzik kariyeriniz için önceden belirlediğiniz bir hedefiniz var mı? Vizyonunuzu oluşturan öğeler nelerdir?

G.E.: Benim hedefim, her zaman iyi bir teknikle kaliteli şarkılar söylemek, saygı duyulacak işler yapmak, güzel bir çizgide yükselmek, kendimi huzurlu hissetmek, yaptığım işin arkasında durabilmek üzerine oldu. Sahnede uyduruk bir işle çok alkış da alabilirsiniz, gündeme şok bir olayla oturup çok seyirci kazanabilirsiniz ve o noktada bir illüzyona kapılıp " Ben bu alkışı hakettim. " diyebilmek hastalıklı bir şey. Ben öncelikle performansımla kendimi tatmin etmeliyim. Yoksa ne kadar alkış aldığımın önemi, o anda vicdan azabına dönüşür. Benim sayılarla, gösterişle ilgili materyalist ya da egoist hayallerim hiç olmadı. Bir de hayal dünyamdaki hedefler benim özelimdir diye düşünüyorum her röportajda.


D.C.K.: Bravo adlı albümünüzden bir şarkıya daha klip gelecek mi?

G.E.: Bana kalsa Yastıklara Sarılıp Yatar Mıydın? slow kategorisinde, kliplenmesi gereken bir şarkı. Böyle bir planımız vardı aslında ama yazın yapmaktan yana değildik slow bir şarkı olduğu için. Bravo da klibi olmamasına rağmen yine çok tıklanıyor. Bravo için de bazı değerli radyocular böyle günü güzelliştiren bir şarkıya ihtiyacımız vardı dediler. Bu tip kararları şirketim alıyor.

D.C.K.: Twitter, Facebook gibi sosyal paylaşım sitelerinin hayranlarınızla iletişim için önemli mecralar olduğunu düşünüyor musunuz?

G.E.: Evet, kesinlikle öyle ve önem veriyorum. Hatta Twitter'ı aktif olarak kullanıyorum (GulcinErgulGE) ve Facebook'ta da gelişmeleri takip edebileceğiniz bir https://www.facebook.com/gulcinergul.com.tr fan page var. Ben önem veriyorum hatta Twitter'ı daha çok seviyorum ve zaman geçiriyorum. Twitter'da tüm gelişmeleri ve fikirlerimi sıcağı sıcağına bizzat paylaşabiliyorum, ama Facebook daha çok kullanılıyor tabi. Sahte hesaplara kanmayın. Twitter'ı interaktif kişisel bir gazete görüyorum ve tepkileri takip ediyorum, cevap da veriyorum, güzel bir paylaşım ve iletişim mecrası olduğunu düşünüyorum.


D.C.K.: Türkiye'nin birçok şehrinden hayranlarınız bana konserlerinizle alakalı sizden bilgi almamı istedi. Hangi şehirlerde konserleriniz olacak? Yurtdışı konserleriniz var mı? Özellikle Azerbaycan soruluyor.

G.E.: CNN Türk'te yayınlanan Akustikhane isimli programa konuk oldum, hatta dün yine tekrarı varmış ve oradaki performanslarımızı sahneye taşımaktan yanayız. Çok istek geldi. Gelişmeleri ilerleyen zamanlarda zaten Twitter'dan paylaşırım.

D.C.K.: Önümüzdeki günlerde bir sanatçı ile düet yapacak mısınız? Hande Yener'le düet yapmanızı çok isteyen bazı dinleyicileriniz var. Neler söyleyeceksiniz?

G.E.: Hande Yener, Türkiye'de kendini kanıtlamış olan cesur bir şarkıcı. Az çok da tanışıyoruz. Şu an bir düet yapsam mı kimle yapsam arayışında değilim. Ama ilerleyen zamanlarda neler olur, kimlerle beraber şarkı söylerim göreceğiz.



D.C.K.: Güçlü bir sesinizin olmasının yanı sıra dans da ediyorsunuz. Dans ve koreografi  çalışmaları yine devam edecek mi?

G.E.: Aslında şarkı söylemekten çok dans herşeydi hayatımda. Konservatuvarda okuduğum için. Güzel düşüncelerim var ama uygulamaya fırsat bulabilmek isterim. Türk Pop müzik sektöründe show bilinci, bilgisi, vizyonu, sektörü ve ayırmak istediği bir bütçesi resmen yok. Çok fazla da dansçımız yok Türkiye'de. Pop sektöründe de yok, sanat çevresinde de sıkıntılı yaşam olduğu için kuraklaşıyor. Dansa ve sanata önem veren bir ülke olmalıyız. Bale izleyicisi bile bale izlemek için çok çaba harcıyor, genç kitleye ya da hiç bale izlemeyen kesime nasıl ulaşabilir? Sanata önem veren, gören, izleyen, dinleyen hatta sanatın içinde olan bir Türkiye olmamız gerektiğini düşünüyorum.  Bu durum popüler işlerimize de yansıyacak, kalitemize de, yaratıcılığımıza da, neyin ve kimin ne kadar alkışlandığına da, köşe yazılarına da, toplumda birbirimize vermek istediğimiz mesajlara, kültür seviyemize de...Belki daha açık fikirli, belki daha araştırmacı olmamızı sağlayacak. Kısacası sanata önem verelim sanatın hangi dalı olursa olsun.

D.C.K.: Dizi, film, müzikal gibi projelerde yer almanız söz konusu mu?

G.E.: Bir sinema filmi senaryosu okuyorum şu an... Bizim ülkemizde dizi ya da film karakterleri oyuncuyla bütünleştiriliyor. Rol olduğu bilincinin yeterli olup olmadığı konusunda kaygılarım var. Bir karakter ölünce ertesi gün mevlüt okutabiliyorlar. Bu yaşanmış bir olay bildiğiniz gibi. Dizi film teklifleri de geliyor bazen. Benim hayalimdeki gibi dans dolu bir müzikalin yapılacağı günü görecekmiyiz acaba?

D.C.K.: Merak edilen bir konu da şu: '' Gülçin hangi sanatçıları dinliyor? ''

G.E.: Geniş bir yelpaze...

D.C.K.: Buradan sizi sürekli takip eden ve dinleyen kişilere söylemek istedikleriniz:

G.E.: İlginiz, fikirleriniz ve paylaşımlarınız için teşekkür ederim.


23 Mayıs 2011 Pazartesi

Retrospektif / Retrocular anlatıyor


Siyah beyaz fotoğraflara olan merakım küçükken başladı. Evde ne kadar eski fotoğraf varsa hepsini toplar, üzerlerini bantla kaplardım yıpranmaması için. Akabinde kasetler, plaklar, dergiler, Beyoğlu'ndan kime ait olduğunu bilmediğim eski fotoğrafların satın alınması ile sürdü eskiye olan hayranlığım.

Müzikte  80'ler her zaman tercihimdir. Cyndi Lauper, Alphaville, Sandra, Laura Branigan, Madonna, Baltimora, A-ha, Discoband vazgeçilmezlerimdir. Türkiye'deki işlere bakacak olursak, müzik ve sinema konusunda beni etkileyen 70'lerdir. Ajda Pekkan, Yeliz, Sezen Aksu ve Nil Burak 70'lerin en sevdiğim isimleridir.'' Boş sokak '' ve '' Kimler geldi kimler geçti '' parçaları benim için ayrı bir önem teşkil eder. Beetlejuice en sevdiğim filmdir. Her izlediğimde ayrı bir tat alırım. 70'lerden aklımda kalan bir Türk filmi ise Türkan Şoray'dan. Palyaço kıyafetiyle şarkı söyleyerek ağladığı sahne beni çok üzmüştür.

Peki retro nedir? Retro, tasarımlarda ve moda akımlarında yaşanan bir geriye dönüş anlamına gelmektedir. Retro kurgusu, içerisine birçok ürünü ve ruhu alıyor. Retrospektif, yaşanmış olaylara göz atmaktır. Bu yazımda, retro kültürünü benimsemiş dört arkadaşımla bir retrospektif yaptık. Hem tarzlarını yansıtan fotoğraflarını hem de geçmişte kendilerini etkileyen filmleri bizlerle paylaştılar.

K. Hakan Yıldırım :


E.T.

Akrabam olması için çocukken dua ettiğim varlık. Evin içinde kocaman poşet geçit yapmıştım bu film uğruna. Final sahnesinden tutun, Drew Barrymore'un ( o zamanlar kız çocuğu, çok şirin, ısırmalık ) E.T. 'yi ilk gördüğü anı ve çığlığı hala kulaklarımda. Kafamda bilimkurgunun oluşmasındaki ilk filmdi bu. Etkileri büyük benim için. Bu yaşımda otobüs yolcuklarında sürekli cam kenarını seçip, otobüsü takip eden uçan cisimler, doğaüstü varlıklar vs. canlandırmam gibi olayların yegane sebebi. Elime eldiven geçirip orta parmağı tarafına  uzun tahta bir kalem sokup E.T. 'nin ellerini pratikte elde edip anneannemin tavuklarıyla oynadığım yıllar... Bir ara Deniz Can Kutlu'ya istek olarak '' E.T. 'nin Hakan'a etkileri '' şeklinde benden bir yazı istemesini rica edeceğim. Bence filmi hemen herkes izlemiştir, herkes. Kabahat ise unutanların. Ne olur ne olmaz şiddetle öneriyorum. Hem de bayağı şiddetli.

Osman Karakülah:


A Clockwork Orange

Bu filmden etkilenmemin sebebi ilk başta çok büyük bir Stanley Kubrick hayranı olmam sanırım. Bir Kubrick aşığı olarak bu filme başlamak zaten etkileneceğimi göstermişti. Daha sonra filmi izlerken, filmde geçen işkence, tedavi ve günlük yaşam sahnelerinin aslında birer sistem eleştirisine dayandırılması beni filme iki kere bağladı. Tabi filmdeki suç, suçlu, affedilmiş ve hala suçlu sayılan insan kimliklerinin sorgulanmaması, dogmatik kararlar ışığından bunların kararlaştırılması, insanların hayatlarında büyük bir etki yaratıyor. Bu olgu da ister istemez size etkilendiğiniz film hangisi sorusunda bu filmi düşünmenize sebep oluyor.


Efe Ege Özden:


Fosforlu Cevriye

Bir kenar mahalle dilberi olan Cevriye'nin gecekondusuna polislerden kaçan bir banka soyguncusu sığınıyor. Cevriye'yi evinde gizlenmeye razı ediyor ve zamanla aralarında bir yakınlaşma başlıyor. Bu tam benlik bir filmdir. Bu filmi annemle izlemiştim. Bak başkasının evine gidersen şöyle olur böyle olur diye uyarılar almıştım.

Berkan Eroğlu:


Seks Fırtınası  ve Kibar Feyzo

Seks Fırtınası, 70'lerin seksle buluştuğu ilk filmdir. Ben tabi daha yeni izledim. O zamanların seks anlayışı, birbirlerine dokunuşları, öpüşmeleri ve etek altından bakıp bir anda boşalmaları gülünç ama sevdim ben. Benim ruhumun hamuru da bu filmle oluştu. Şimdiye bakarsak 2011'deyiz. Ama şimdiki yasaklar çok gülünç. 70'ler daha cesaretli ve yürekliymiş. Helal olsun.

Kibar Feyzo, benim kalbimde taht kurmuş bir komedidir. Bazı bilgiler vermektedir ama ben hep espiri olarak baktım filme. Çok fazla komedi filmi sevmem, dram severim genelde ama bu film bir Kemal Sunal filmi olduğu için kendini sevdirmiştir bana.

Nuri Bilge Ceylan / Cannes'in Gözbebeği


Bir gün otobüsle,  film posterlerinin duvara asılı olduğu bir caddeden geçtik. Bir filmin afişini çok beğendim. Dönüşte o caddede indim ve sordum. Nuri Bilge Ceylan'ın '' Uzak '' filminin afişiymiş, hemen satın aldım. '' Nuri Bilge Ceylan '' adıyla tanışmış oldum. Araştırmaya başladım filmlerini ve tüm afişleri almak istedim. Bu defa da '' Dünyayı Kurtaran Adam '' adında bir dükkan varmış. Orayı keşfettim. Oradan eski dergileri ve film afişlerini tedarik etmeye başlamıştım. Nuri Bilge Ceylan'ın bütün filmlerinin afişlerini o dükkanda bulabildim.


Nuri Bilge Ceylan'ın film macerası, '' Koza'' ile başlıyor. İlerleyen zamanlarda bu kozadan birçok kelebek çıktı. Kendine özgü kadrajı ve sinemadaki sadeliğiyle ön plana çıkmayı başardı. Özellikle '' Kasaba '' filminin senaryosunu alıp okuduğumda  ne denli bir özgünlüğü olduğunu algıladım. Çekim tekniklerine ve oturma planına  kadar derinlemesine not almış.


Koza adlı kısa filmiyle, Cannes Uluslararası Kısa Film yarışmasına katıldı. İlk uzun metrajlı filmi Kasaba'dır. Pastoral türde bir yapıttır. Nuri Bilge Ceylan'ın Cannes 'daki ilk başarısı, Uzak filmidir. Kendisine '' Büyük Jüri Ödülü '' nü getirmiştir. Ayrıca filmin başrol oyuncuları  Muzaffer Özdemir ve Mehmet Emin Toprak, '' En İyi Erkek Oyuncu '' ödülüne layık görülmüştür.


Nuri Bilge Ceylan'ın İklimler adındaki uzun metrajlı filmi, Cannes Film Festivali'nin  yarışma bölümüne kabul edilmiş.Görüntü yönetmenliğini kendisinin üstlenmediği filmde Nuri Bilge, eşiyle birlikte kamera karşısına geçti. Üç farklı ruhun aynı bedende yaşama çabasını anlattığı '' Üç Maymun '' adlı filmi, Cannes Film Festivali'nde Ceylan' a '' En İyi Yönetmen Ödülü '' nü  kazandırdı.


Nuri Bilge Ceylan şimdi de  yapımcılığını Zeynep Özbatur Atakan'ın üstlendiği, Taner Birsel ve Yılmaz Erdoğan'ın başrollerini paylaştığı  '' Bir Zamanlar Anadolu'da '' filmiyle karşımızda. Bosna Hersek - Türkiye ortak yapımı olan filmin görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki. Geçtiğimiz haftasonu gerçekleşen 64. Cannes Film Festivali'nde Ceylan, '' Bir Zamanlar Anadolu'da '' filmiyle  '' Büyük Jüri Ödülü '' nü kazandı.


Bir Zamanlar Anadolu'da filminin fragmanı:
  


  ( Bu seneki Cannes Film Festivali'nde ayrıca '' İstanbul Film Festivali '' de tanıtıldı.)
 
  Nuri Bilge Ceylan'ın filmleri :
 
  Koza ( 1996 )
 
  Kasaba ( 1997 )

  Mayıs Sıkıntısı ( 1999 )

  Uzak ( 2002 )

  İklimler ( 2006 )

  Üç Maymun ( 2008 )

  Bir Zamanlar Anadolu'da ( 2011 )
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
back to top